10 May 2014

Dokuz Kiremit

Aladağlar o gün her zamanki sessizliğine bürünmüş, henüz körpecik olan çam fidanlarıyla dertleşiyor, dağın yukarısında, Goca Gaya’nın arkasındaki büyük çayırda sürülerini kaçak olarak otlatan küçük çobanların sesini hiç duymuyor gibiydi. Hoş, onlar da oynadıkları dokuz kiremit oyununa dalmışlar; değil orman, dünya yansa umursamazlardı.

Bu çobanlar İrfan, Kamil, Demir, Mustafa ve Ali idi. Aralarında en büyük İrfan’dı. İrfan henüz on yedi yaşında olmasına rağmen yüz elliye yakın koyun ve keçiye çobanlık etmekle yükümlüydü. İrfanın küçüğü Kamil’in 35 başlık bir koyun sürüsü vardı. Onların küçüğü Demir ve Ali’nin inekleri, en küçükleri Mustafa’nın yine koyun sürüsü vardı.



O gün hava kapalıydı ve hayvanlar kendi halinde oraya buraya dağılmışlar; otluyorlardı. Dokuz kiremit oynamakta olan küçük çobanlar oyunlarına o kadar dalmışlardı ki sürüler umurlarında bile değildi. Köyde kiremitlerle oynanan bu oyun, dağda ağaç kabuklarıyla oynanmakta idi.

Ağaç kabuklarını üst üste dizmekle yükümlü takımın oyuncusu Ali, düşen yedi kabuğun altısını üst üste dizmiş sonuncusunu da yerine koyup bu işi bitireyim diye düşünürken birden başlayan belli belirsiz düdük sesleriyle ortalık buz kesti. Çobanların hepsi, şiddetle çalmaya devam edip, git gide kendilerine doğru yaklaşmakta olan bu düdük seslerinin ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorlardı. Girilmesi yasak bir bölgedeydiler ve düdük seslerinin orman muhafaza memurlarının düdüklerinin sesi olduğundan, hepsi adları gibi emindi.

Ortam, fırtına öncesi sessizliğe bürünmüş yaprak kıpırdamazken Kamil aşağılarındaki Koca Kaya’ya doğru koşmaya başladı. Kayanın dibine vardı ve daha önce oyun amacıyla çıkıp indikleri kayanın tepesine doğru tırmanmaya başladı; hızlı bir şekilde kayanın tepesine kadar çıkıp birkaç saniye aşağıdaki vadiye doğru baktı. Yine hızlı bir şekilde aşağıya indi ve heyecanla kendisini beklemekte olan ekibe kara haberi verdi.

-“Nereye kaçabilirseniz kaçın; Ambarlar Boğaz’ından ormancılar geliyor.” dedi.Kamil daha önce ormancıların kendisini ormanda nasıl yakaladıklarını ve nasıl dövdüklerini anlatmaya başladı.

-Hiç acıması yok insafsızların. Allah ne verdiyse vuruyorlar. Hele içlerindeki Arap yok mu! En çok vuranı o…

Ali’nin yüreği olanca hızıyla atmaya; en küçükleri Mustafa’nın gözlerinden bir kaç damla yaş süzülmeye başladı. Demir ağlamamak için kendini zor tutuyor; yutkunuyordu. Biraz önce büyük bir heyecan ve neşe ile dokuz kiremit oyununu oynayan küçük çobanlar şimdi korku ve endişe içinde idiler. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı.

İrfan yaşça en büyük olmanın verdiği sorumlukla

-Durmanın vaktı deel, herkes toplayabilirse sürüsünü toplayıp gaçırsın, toplayamazsa kendisi gaçsın.” Dedi



Kendisi zaten iyice dağılmış olan sürüsünü toplamanın derdine girişmişken, Ali inekleri için etrafa bakınmaya başladı ama; Gara Gız hariç, hiç birisini göremedi.

Ali

-“Dedenin yatırına doğru kaçalım. Dede kendisine gelip, Fatiha okuyanlara yardımcı oluyormuş.” Dedi.

Hepsi buna inanmak istedi.

Aynı şekilde Demir ve Mustafa’nın da ineklerinin çoğu ortada gözükmüyordu. Bu durumda en azından kendi paçalarını kurtarmanın derdine düşüp, dedenin kendilerine yardım edebileceğini düşünüp Alatepe Dedesi’nin türbesinin bulunduğu tepenin düzüne doğru kaçmakta iken sürülerin ancak yarısını kadarını toparlayabilmiş olan İrfan tepenin arka yüzünden Başlı Pınar’a doğru, Kamil de Alabayır’a doğru sürüleri ile tozu dumana katarak paldır küldür inmekte idiler.

Düdük sesleri, hala azılı bir katili arıyormuşçasına hararetli bir şekilde çalmaya devam ederken, artık İrfan ve Kamil’in sürüsünün çıkardığı gürültü daha az duyuluyordu. Demir, Ali ve Mustafa Alatepe Dedesi’nin yatırının bulunduğu yere ulaşmışlar, saklanacakları yeri bulmanın derdine düşmüşlerdi. Türbenin aşağısındaki ağaçların sıklaştığı bir yere gizlenmişler, kendilerine göre daha aşağıda kalan ve ortalıkta gözüken üç beş ineğe ormancıların ne yapacağını kolaylıkla görebilecekleri bir noktaya saklanmışlardı.

Demir, Ali ve Mustafa bulundukları yerde fırtına öncesi sessizliği beklerlerken, yan yana, yere uzanmışlar, hepsi birbirinin kalp atışını hissetmekteydi. Bir taraftan da gözleri Goca Gaya’nın altından, Alatepe düzüne çıkan yoldaydı. Biri bitmeden diğeri başlayan düdük sesleri artık çok yakınlarındaydı, düze çıkmak üzere oldukları çok belliydi.

Ali, camide yeni öğrendiği Fatiha’yı dokuzuncu kez okuyup dedenin ruhuna hediye etti. “Yardımını esirgeme dede.” diye söylendi içinden.

Mustafa hala sessiz sessiz ağlıyordu.


Demir
-“Sessiz olun; kılınızı kıpırdatmayın.” dedi yutkunarak.

Hayallerinde biraz sonra Alatepe’nin düzünde oluşacak mahşer yerini canlandırmakta olan çobanların en küçüğü Mustafa düdüğü öttürenleri gördüğü anda artık sesli bir şekilde ve mutluktan ağlamaktaydı.

Köyün bakkalına o gün gelen düdükleri test etmek amacıyla dağlara çıkmış, yedi-sekiz yaşlarındaki üç küçük çocuk ağaçların bittiği yerden Alatepe’nin düzüne girmişlerdi.

(Ali Babi-2014)

Bu öyküde anlatılanların tamamına yakını gerçektir.

1 yorum:

  1. Aliciğim bu güzel hikayeyi sıcak anlatımın ile bizlerle paylaştığın için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Herhangi bir hesabınız yoksa yorumlama biçimi olarak "Anonim"i seçiniz. Bu durumda, lütfen adınızı mesaj içinde belirtiniz.